“Avrupa’nın Ezoterik Tarihi” Adlı Kitabın Esrarı
“Avrupa’nın Ezoterik Tarihi” Adlı Kitabın Esrarı
Milliyet Gazetesi’nin Elmadağ bürosundan çıktıktan sonra Galip, okültist bir yazarla röportaj yapmak için Beyoğlu Olivyo Geçidi Sokağı’na, Ringlight Gece Kulübü’ne gitti. Kendisine bir bardak Burgon şarabı ile peynirli bir sandviç söyledi. 18 dakika kadar sonra Giovanni adlı yazar (Galip onu Farah Yurdözü’nün yaptığı anlamlı röportajdan ve Kürşad Oğuz’un yazılarından tanıyordu!) hermetik yüzüyle kapıdan içeri girdi. Galip Giovanni’ye gazeteci Sinan’ın çalışma arkadaşı olduğunu, şu anda Kuveyt’te olduğu için kendisinin gelemediğini, “Avrupa’nın Ezoterik Tarihi” isimli kitap hakkında konuşmak istediğini söyledi. Yaşlı adam kasete almaması şartıyla kitapla ilgili kısa bir hikâye anlatmaya başladı:
“Avrupa’nın Ezoterik Tarihi adlı kitapta geçen JOLY ismi uluslararası bir komplo planının koduydu. Joly olayı on dördüncü yüzyılda Güzel Philip’in, Templier Şövalyeleri tarikatını ortadan kaldırdığı an başladı. Bu andan itibaren Tarikat çeşitli ülkelerde gizlilik içinde varlığını sürdürdü. Templier Şövalyeleri, Haçlı Seferleri döneminde Kutsal Filistin topraklarının korunması için 1118’de Kudüs’te kurulmuştu. Doğu’daki mimar dernekleriyle, Bizans İmparatorluğu’nun Hristiyan ‘collegia’larıyla ve 9. yüzyıldaki İsmaili Hareketiyle birlikte kurulan Müslüman Loncalarıyla sıkı bir işbirliği yapmışlardı. Laik hayata dönen birçok Templier Şövalyesi Flandre’de, İskoçya’da ve daha birçok yerde Zanaat Loncalarına girdiler. Templier’lerin bütün serveti, ayrıcalıkları ve hakları, 1530’da Malta Şövalyeleri adını alan Saint Jean Tarikatına aktarıldı. İtalya’ya seyahat ederseniz (Galip, Mine Akverdi’nin Portofino Seyahatiyle ilgili anlamlı yazısını düşündü!), gizli ilimler ve okültizm ile ilgili kitaplar satan sahaflarda bu konu ile ilgili yüzlerce kitap bulabilirsiniz. Bu öyküden üç yüz yıl sonra Gül Haçlar/Rose Croix öyküsü çıktı ortaya. Aralarında Kari Marx’ın da bulunduğu üyeler, artık üyeliklerini en yakın çevrelerinden bile gizlemekteydi ve olağan selamlaşmaları Kendilerinin Gül Haç Olmadıklarını söylemeleriydi. Joly isimli bu öyküsel yapıya Fransız Masonluğu ve İskoç Masonluğu adı verilen gruplar (Templier ve Okültist Masonluk olarak da bilinirler) katıldı. Kökenlerinin, Süleyman’ın yaptırdığı Kudüs Tapınağı’nı inşa edenlere dayandığını söylüyorlardı. (Galip, Ayasofya’nın merkez olma özelliğini, onu inşa edenleri, Relic rahiplerini, Beyoğlu’nda Atlas Pasajı’ndaki Pasakül’den satın aldığı gümüş Relic yüzüğü düşündü, ara bağlar kurdu, “gözlük bağları gibi bir şey bu” diye iç geçirdi ve hafifçe geğirdi, ama hafifçe!) Böylece Gizli Gelenek (Hep G, hep G diye iç çekti Galip, sanki zihin gözüyle bir üçgen içinde parlayan mor renkli G harfini görür gibi oldu!), Gül Haçlar aracılığıyla Modern Masonluğun içine yerleşti. 1789 yılında Marguis de Luchet, bu Topluluk’un, Cizvit disiplinini, Masonluğun ve Bektaşiliğin sınav ve törenlerini, Templierlerin ve Alamut İsmaililiği’nin yeraltı gizlerini ve cesaretlerini benimsediğini yazdı. 1798 yılında ise Abbe Barruel, Büyük Usta Jacgues de Molay’ın haince yakılmasından sonra Templier Şövalyeleri’nin, Monarşiyi ve Papalığı yıkmayı, bir Dünya Cumhuriyeti kurmayı planladıklarını yazdı.
Fransız Devrimi’nin işte bu Komplonun bir sonucu olduğunu da ekledi. Sonra sahneye Napolyon çıktı. O da Gizli Tarikat ile ilgileniyordu ve Berkheim’dan bir rapor istemişti. (Galip, Albay Mehmet’in Sinan’dan rapor istemesini anımsadı!).
Berkheim tıpkı Sherlock Holmes ya da gazete muhabirlerinin yaptıkları gibi kendisinden önce bu konu hakkında yazılmış yazıları ve çeşitli halk söylencelerini kendi yaptığı değişiklikler ya da modernist “deformation professionel” yöntemiyle bir araya getirerek sanki özgün bir rapormuş gibi sundu. Napolyon bu yazıdaki ‘Dünyayı Yönetebilecek Güçteki Bilinmeyen Üstler Yönetiminin Meçhul İktidarı’ gibi betimlemelerden büyülendi ve onlarla temasa geçmek için bir plan yaptı. 1806 yılında Simonini, Barruel’e bir mektup gönderdi. Sonradan Joly isimli kitabın da içereceği bu mektupta, Maniheizmin kurucusu Mani’nin, Alamut İsmaililiği ya da Haşhaşinlerin kurucusu Hasan Sabbah’ın ve Templier Şövalyelerinin ilk üyelerinin Yahudi olduklarını, Masonluğun da Yahudiler tarafından kurulduğunu ve Yahudilerin tüm gizli topluluklara sızmayı başardıklarını yazıyordu. O ana kadar metnin içinde varolmayan Yahudiler, bu mektup ile birlikte metne girdiler. (Galip, bir radyo konuşmasında Albay Mehmet’in Hasan Sabbah’ın Türk olduğundan söz ettiğini anımsadı. Ne biçim bir oyun bu, diye içinden kederlendir). Etkilenen Barruel, bu mektubu bir hakikatmiş gibi içeren daha geniş bir yazı yazdıysa da sonradan bu yazıyı Yahudi katliamı riskinden dolayı yakarak ortadan kaldırdı. Fakat kitabın ilk örnekleri bazı gizli çevrelerde okunmuş ve dedikodular başlamıştı. Sonra Cizvitler, İtalyan Polisinin (i Carbonari) bir Yahudi-Mason Komplosunun gizli görevlileri olduğunu açıkladılar.
Romancı Eugen Sue bütün bu gelişmelerden çok haz duydu ve ‘Gezgin Yahudi’ isimli bir roman yazdı. Romanında Monsieur Rodin adında, Cizvit komplosunun temsilcisi bir hain kahramana yer verdi. Rodin’in Bilinmeyen Üstler ile bağlantılı olduğunu yazdı. Daha sonra yazdığı bir başka roman olan ‘Halkın Gizemleri’nde (Les Mysteres du Peuple) Monsieur Rodin tekrar sahneye çıktı. Romanda alçak Cizvit planını üreten Tarikatın başındaki Peder Rothaan’ın (tarihi bir kişi), Rodin’e (bir roman kahramanı) gönderdiği bir Mektup, en ince ayrıntılarına kadar inceleniyordu. Bu romanda, ‘Parisin Gizleri’ (Les Mysteres de Paris) isimli bir başka romandan alınan Rodolphe Geroldstein isimli bir roman kahramanı da bulunmaktaydı. Romanda okurlar, roman karakterlerine mektup yazmaktaydılar.
1864 yılında ise Maurice Joly kaynağını kesinlikle belirtmeden, Sue’nun romanlarından geniş alıntılar yaparak bir yazı yazdı ve Cizvit Komplosu’nu III. Napolyon’a bağladı. Tutuklanıp on beş yıl hapis yattı ve sonunda intihar etti.
1868 yılında Hermann Goedsche, Sir John Redcliffe takma ismiyle ‘Biarritz’ adlı popüler bir roman yazdı. Bu romanı yazmadan önceki yıllarda Alman Posta Teşkilatı’nda görevli olan Hermann, daha önce de iftiralarla dolu birçok kitap yazmış ve yayımlatmıştı. Bu romanında Prag Mezarlığı’nda Gizli Tarikatın Töreninden bahsetmekteydi. Betimlediği bu mezarlık ve tören sahnelerini, Dumas’ın 1849 yılında yayınlanan romanı ‘Joseph Balsamo’dan kopyalamıştı. Dumas’nın bu romanında, Bilinmeyen Üstler’in başı Cagliostro’ydu ve diğer Tarikat üyeleriyle buluştuğu bu mezarlık sahnesinde ‘Kraliçenin Kolyesi Olayını’ planlamışlardı. Cagliostro’ya gizli bilimleri öğreten kişi Schroder’di. 1766’da Marburg’da ‘Gerçek ve Eski Gül Haç Masonları’ adlı örgütü kurmuştu. Cagliostro’nun kirnin nesi olduğu halen anlaşılmamış bir muammadır. Birçok kişi için Cagliostro, Joseph Balsamo ils bir tutuluyordu. Dr. Marc Haven takma adıyla onun hayat hikâyesini yazan Dr. Lalande, Balsamo ile Cagliostro’nun aynı kişi olduğunu kimsenin kanıtlayamadığını yazmıştı. Cagliostro masonluğa 1777’de Londra’da kabul edilmişti. 1784’te Bilgeliğin Zaferi adlı yeni bir Loca kurmuştu. Hastalar: iyileştirmeler, açınlamalar, kehanetler, hayalet görüntüleri, maddileştirmeler türünden olaylar birbirini kovaladı. Sonra Mısır Tarikatı Ana Locasını kurdu ve büyük Mısırlı unvanını aldı. Serüven dolu bir yaşamın sonunda Papa kendisini San Leo Kalesi’ne hapsetti ve orada öldü.
Aynı dönemde Leipzig’de limonatacılık yapan Schroepfer isimli kişi de konuyla ilgilenmiş, üyelerini cehennem zebanileriyle ve göksel güçlerle ilişkiye geçirme amacı güden bir Loca kurmuştu. Ragon’un yazdığına göre bu adam bazı önemli kişilerin öleceğini birtakım hayaletler aracılığıyla önceden haber almakta, bunları açıklayarak Berlin’de ve Prusya’da dehşet saçmaktaydı. Esrarengiz bir şekilde bu ölümler her seferinde gerçekleşiyordu. Sonunda Prusya Kraliçesi bu adamın kehanetlerde bulunmasını yasakladı. Schroepfer 1774’te beynine bir kurşun sıkarak intihar etti. Kurduğu sistem kendisiyle birlikte yok oldu zannedilse de yıllar sonra Naziler döneminde her şey tekrar başlayacaktı.
Goedsche kendi romanını yazarken bir değişim yaptı ve ‘Cagliostro ve Arkadaşları’ yerine, Büyük Haham’ın açıkça dile getirildiği Dünyanın Fethi Planını hazırlamak üzere toplanan İsrailin Oniki Kabilesi’nin Temsilcilerini’ sahneye çıkardı. Yayımlanmasından tam beş yıl sonra bu öykü, Rusça bir kitapta ‘Dünyanın Efendileri Yahudiler’ adı altında ve sanki yaşanmış bir olaydan söz ediyormuş gibi yayımlandı. 1896 yılında bu sefer Bournand devreye girdi ve ‘Çağdaşımız Yahudiler’ adlı kitabında, Büyük Hahamın Konuşması yazılarını kullandı. Bu kez adı John Readeiif’ti. (Elifi Oku dedi Galip içinden, Elifi Oku!..)
Sonra devreye Rakovski girdi. Bir dönem devrimci aşırı sol gruplarla ilişkisi olan Peter İvanoviç Rakovski, Çarın polisleriyle başı derde girdikten sonra, önce muhbir olmuş ve sonra aşırı sağ terör örgütü Siyah Birliklere yakınlaşmış, sonunda Çarın siyasal polisi olan Korkunç Okhrana’nın başına geçmişti. Bir gece Elie de Cyon isimli şahsın evinde yaptırdığı arama sırasında, Joly’nin III. Napolyon’a karşı yazdığı metnin Cyon tarafından yazılmış kopyasını buldu. Metinde yapılmış tek değişiklik, Machiavelli’nin görüşlerinin, VVİtte’ye atfedilmesiydi. Rakovski azılı bir Yahudi düşmanıydı. Bu olay Dreyfus Davası sırasında olmuştu ve Rakovski bu metni alıp Witte ile ilgili göndermeleri çıkarıp, bu fikirleri Yahudilere atfetmek düşüncesine kapıldı. Cyon ismini Sion ismiyle değiştirdi, Yahudi komplosonu açığa çıkarma işini bir Yahudi’ye yükledi ve oluşturduğu yazı, ‘Sion Bilgelerinin Tutanakları’ isimli yazının ilk kaynağı oldu. Sonra gezgin bir Rus keşişi olan Sergey Nilus girdi devreye. Kendisi entrikacı ile mistik arası bir kişiydi, Deccal saplantısı vardı ve Çarın danışmanı olmak istiyordu. Rasputinlik tutkusuna kapıldı ve ‘Tutanaklar’ metnini, kendi yorumlarını katarak yeniden yazdı. Nüfus’un metni, bütün bir Avrupa’yı katedip sonunda Hitler’in eline geçti. Milyonlarca insanın öldürülmesinde pay sahibi oldu. Planın bir bölümü Konstantiniye’de geçiyordu. Bocho-wich, Saint German, Cagliostro, Longfellovv, Blavatsky, Gurdjief, Von Haussen, Sebottendorf ve daha niceleri gizemli Beyoğlu’nda / Pera’da günlerini gecelerini geçirdiler, toplantılar yaptılar, tutanaklar tuttular. Bir kısmı burada öldüler ya da öldürüldüler.
Tarih dediğin nedir ki? Tarihi, Tarihçinin kişiliğinden ayırmak zordur. Tarih yazanlar kişiliklerine, çıkarlarına, eğilimlerine, önyargılarına, bağlı oldukları örgütlere göre davranırlar. Bu da ikiyüzlülüğe ve yanılsamalara götürür onları. Kendilerini de yanıltırlar, kuşakları da… Her neyse… Benim bildiğim, son olarak Umberto Eco adında göbekli ve kıllı bir modernist yazarın, bütün bu kaynaklardan yararlanarak, kolay okunur bir metin yazdığıdır. Bütün söyleyebileceklerim işte bu kadar.” Galip’in başına ağrı girmişti.
Teşekkür edip hesabı ödedi ve dışarı çıkarak derin bir nefes aldı. Konuşmaları kasede aldığı için istiklal Caddesi’nde yürürken bir süre kahkahalarla güldü.
O gece Galip Abdullah evindeki çalışma masasına oturduğunda, karmaşık bir ruh hali içinde aşağıdaki yazıyı yazdı:
“Başka Bir Yazarın Hikâyesi
Bütün dogmaların anası olan alegori,
Gölgenin gerçekliğin yerini almasıdır.
Levi.
Nous Gözü, Tanrı, Felsefe Taşı, Simyacı, İslam’ın Kapalı Küresi, Yapıt, Orhan Pamuk…
Talmudçuları, Kabalistleri, Tarotçuları ve Relic Papazları ile ünlü Karanlık Konstantiniye Şehrini Ak Şemseddin’in manevi gücü ve Fetih suresinin edimsellik alanında realizasyonuyla fetheden Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in Hace Ahmed Yesevi döneminden kalma ve Hace Nakşibendi ve Hace Bektaş tarafından geliştirilerek aktarılan Hurufi Risaleleri aracılığıyla tanımaya ve göksel şehrin örneğine göre yeniden kurmaya çalıştığı Konstantiniye şehrinin gizli tarihini eski ve yıpranmış bir harita gibi saklayan dizi dizi sokaklar, caddeler ve semtler boyunca, hiçbir zaman tam olarak bilemedikleri, künhüne vakıf olamadıkları gizli bir esrarın, Horabal Planı’nın peşinde koşarken Albay Mehmet’ten 7J şifresini öğrenen, New Age Cemaatleri, Giovanni, Sinan Selan, Mine Akverdi, Kürşad Oğuz, Farah Haldun, Peri, Ayasofya, Cebrail, Elohim, Emin Belde, Hagia Sophia, Hüccet, Konstantiniye Brotherhood Link, Kudüs, Mevlana Celaleddin Rumi, Mustafa Kemal, Süleymaniye Kütüphanesi gibi imgelerin tuzağına düşüp kimliklerini kaybeden, felsefe taşına giden yolda kaybolan, zaman zaman esir düşen, şehri işgal etmeyi planlayan uluslararası bir kumpastan da bir türlü yakalarını kurtaramayan Işık Lisesi mezunu eski siyasi âşıkların bitip tükenmek bilmeyen arzularını, tutkularını, başkalarıyla denedikleri ve bitirdik-ieri mutsuz evliliklerini, karmaşık düşüncelerini, heyecan dolu maceralarını, katıldıkları tasavvuf, yoga ve meditasyon çalışmalarını renkli bir televizyon ekranından izler gibi hayaller kurar, karanlığın şehri nedense çok daha erken örttüğü bir kış gecesi eğer yabancı, dil bilmeyen, sürgün ve umarsız bir Arnavut yolcu olsaydım diye düşünür, matem dolu Eylül ayının hüzünlü gri akşamlarından birinde, üzerine zevksiz giyimli bedenlere benzeyen yaşlı apartmanların soluk renkli ışıkları vuran Teşvikiye Camisi’nin buhuru meryem kokan avlusundaki çıplak çınar ağaçları üzerindeki gölgelere baktığımda yaşlı gözlerle beni düşüneceğini nasıl da bilirdim…”
Hey Koca Shiptar
Cengiz Erengil / “Yeniden Gözden Geçirilmiş Eski Hikâyeler”
Diğer Hikayeler: